Posted by Gazeteci
Dec 24, 2020
AB-Türkiye ilişkilerinde 2021 perspektifi
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell’in, Türkiye ile ilişkilerde Brüksel’in tutumuna yönelik özeleştirileri ve pozitif gündem çağrısı, 2021’de Türkiye-AB ilişkilerine dair iyimser beklentilere yol açtı.
Avrupa Birliği (AB) 1997 yılının Aralık ayında gerçekleşen Liderler Zirvesi’nde birlik merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini genişleme perspektifine dahil etmiş, Türkiye’yi ise bu sürecin dışında bırakmıştı. Aynı AB, aradan sadece iki yıl geçmesine rağmen 1999 Aralık ayındaki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ülke olarak ilan etti. Bu iki yılda Türkiye’ye aniden gösterilen bu teveccühün altında yatan nedenler vardı kuşkusuz. Bunların başında Birliğin motor gücü Almanya ve Fransa’daki iktidar değişiklikleri geliyor. Yunanistan’la yaşanan deprem diplomasisi de Atina’nın ülkemize karşı olumsuz tavırlarını terk etmesini sağladı. Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak Kafkasya ve Balkanlarda gösterdiği performans da bu kararda etkili oldu.
AB-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Czarnecki’nin, “AB ile Türkiye arasında şu anda gündemde olan sorunların tamamı üstesinden gelinebilir konular.
AB, çıkar ve önceliklerine uygun olarak Türkiye’ye bazı dönemlerde zeytin dalı uzatmakta ve Ankara ile diyaloğun geliştirilmesi söylemini benimsemekte. Bu adımlardan biri olarak da değerlendirilebilecek olan bir açıklama geçtiğimiz günlerde AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den geldi. Borrell’in açıklamasına geçmeden önce Türkiye-AB ilişkilerinin yakın dönemindeki seyrini hatırlamakta fayda var.
Yaptırım kararının görüşülmesinin Mart ayındaki zirveye ertelenmesi AB tarafının diyaloğa alan açma yaklaşımı olarak görülebilir.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler özellikle 15 Temmuz hain darbe girişiminden beri olumsuz bir seyir takip ediyor. Bu olaydan sonra Brüksel’den ülkemize yönelik özellikle insan hakları ve demokrasi konusunda gelen eleştiriler ve Avrupa ülkelerinde artan Türkiye karşıtlığı müzakere sürecini kilitlemiş durumda. Bu kilidi açacağı düşünülen mülteci sorununa yönelik ortak çözüm arayışları ilişkileri bir nebze canlandırsa da bölgesel olaylara karşı izlenen farklı tutumlar tarafları karşı karşıya getirdi. Bu bölgesel sorunlardan biri de Doğu Akdeniz meselesi. Türkiye Doğu Akdeniz konusunda komşu Yunanistan’la yeniden karşı karşıya geldi ve Yunanistan, geçmişte pek çok kez yaptığı gibi, bu sorunda da AB’yi arkasına almaya çalışarak Türkiye’ye karşı bir siyaset izleme çabası içine girdi. Özellikle Fransa bu kez Yunanistan’ın hamiliğine soyundu ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron art arda Türkiye karşıtı sert açıklamalarda bulundu. Yunanistan’ın AB’den Ankara’ya karşı ağır yaptırımlar getirmesi talebi böylece 10-11 Aralık’ta toplanan AB Liderler Zirvesi’nin gündemine geldi. Ancak zirve toplantısında Yunanistan ve onu desteleyen ülkelerin beklentisinin aksine birlik Türkiye’ye karşı sembolik bir karar almanın ötesine gitmedi. Bu kararın verilmesinde başta birliğin lider ülkesi Almanya olmak üzere, Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olduğu AB ülkelerinin payı bulunuyor. Zirveden Türkiye’ye yönelik ağır bir yaptırım kararının Fransa’nın gayretlerine rağmen çıkmamış olması öncelikle Türkiye’nin başarı hanesine yazılacak bir artıdır. Bu durum Türkiye’nin dış politikasında bundan sonra atacağı adımlarda cesaretini artıracaktır.
Borrell’in “pozitif gündem” çağrısı
Zirve sonrasında AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye-AB ilişkileri hakkında “Zorlu 2020’den Sonra AB-Türkiye İlişkilerinde Önümüzdeki Yol” başlıklı bir blog yazısı yayımladı. Doğu Akdeniz’deki gerginlik ve Türkiye ile ilişkilerin 2020’de AB için en büyük zorluklardan olduğunu ve bunun büyük ihtimalle 2021’de de devam edeceğini vurgulayan Borrell, “Şu çok açık: AB, Türkiye ve Rusya ile ilişkilerde doğru dengeyi bulamadığı sürece kıtada istikrarı sağlayamayacak” açıklamasını yaptı. Borrell’in açıklamasında dikkat çeken diğer başlıklardan biri de Türkiye’nin bölgesel gücüne yaptığı vurgu oldu. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e gönderdiği “Oruç Reis” ve “Barbaros Hayrettin Paşa” gemilerinin isimlerinin Brüksel’de her gün anılır hale geldiğini belirten Borrell, “Türkiye dikkate alınacak bir bölgesel güç haline geldi ve inkâr edilemeyecek başarılar elde etti” ifadeleriyle birlik adına adeta önemli itiraflarda bulundu. Temsilci, “Türk yetkililerin en üst düzey de dahil olmak üzere AB’ye katılmalarının stratejik çıkarları olduğunu ilan etmelerinden memnuniyet duyuyorum. Aynı zamanda niyeti teyit edecek eylemlerin bu açıklamaları takip etmesi önemli. İlişkiler tek yönlü olamaz. AB’nin de Türkiye’ye kendi payına düşeni yapması halinde aile ferdi olarak kabul edileceğini göstermesi gerekir. Bu kısasa kısas dinamiğinden bir çıkış yolu bulmalı ve yeniden işbirliği ve güven esasına dönmeliyiz” sözleriyle ilişkilerin devamında her iki tarafın da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiği tavsiyesini yineledi.
“Enerjimizi birbirimize karşı değil, yeniden birbirimizle görüşmelerimize harcamalıyız. Açıkça söylemem gerekirse ya karşılıklı çıkara dayalı bir gündeme doğru ilerleriz ya da karşılıklı yanlış anlamaların sonuçlarına katlanırız” sözleriyle de Borrell, tarafların bundan böyle ilişkilerde pozitif gündem oluşturmasının önemine vurgu yaptı. Bu çerçevede Türkiye ile Yunanistan’ın diyaloğu yenilemesi, ayrıca Kıbrıs müzakerelerinin “sonsuza kadar devam etmeyecek şekilde” başlamasının gerekliliği üzerinde durdu. Borrell’in bu sözlerinin sadece Türkiye’ye yönelik değil, aynı zamanda Yunanistan’a hitaben de söylediği anlaşılıyor. Ayrıca bu zirvede beklediği kararın çıkmamış olması da Yunanistan’a birlik tarafından verilen önemli bir cevap.
Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olmasına karşın AB’nin bir askeri gücünün olmaması konusunun AB’nin bölgesel güç oluşturması önünde bir engel teşkil ettiği özeleştirisini de daha önceki açıklamalarında gördüğümüz Borrell, AB’nin dış politikasını güçlendirebilmek için birtakım maliyetlere katlanması gerektiğinin üzerinde duruyor. Eğer bu maliyetlerden biri Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaksa, AB bu maliyete katlanmaya istekli gibi duruyor. AB’de özellikle dış politika konularında bir uzlaşı olmaması ve kararların oybirliği ile alınması birliğin Türkiye’yle ilişkileriyle ilgili de karar almasını engelliyor. Türkiye’nin iyi ilişkiler kurduğu ülkeler, Ankara’ya yönelik alınacak olumsuz kararları engelliyor. Son zirvede Almanya başta olmak üzere İspanya ve İtalya Türkiye’yi desteklediler. 2021 yılında Almanya’da seçimlerin yapılacak olması, ABD’de yeni başkan Biden’ın Ocak ayında göreve gelecek olması Türkiye-AB ilişkilerinde önümüzdeki yılın önemli gelişmelere gebe olduğunun göstergesi. Borrell de bu yazıyla hem Türkiye’nin önemini en yüksek düzeyden dile getirmiş hem de bir anlamda AB’nin geçmişte yapılan hatalara yönelik özeleştiriyi gündeme taşımış oldu.
AB kanadındaki özeleştiriler
Yakın dönemde AB-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Ryszard Czarnecki’nin, “AB ile Türkiye arasında şu anda gündemde olan sorunların tamamı üstesinden gelinebilir konular. Biz parlamentoda Türkiye’nin haklı pozisyonunu desteklemeyi sürdüreceğiz” açıklamaları Borrell’in yaklaşımını destekler mahiyette. Yine İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, Doğu Akdeniz’le ilgili olarak Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki ilişkilerde “yapıcı diyalog” çağrısı yaparak Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunun, farklı perspektiflerde, çok yönlü ilişkilerin olduğunun bilincinde olduklarını ve başta Suriye ve Libya meselelerinin çözümü veya göç konusunda Türkiye’nin konumunun farkında olduklarının altını çizdi. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Hristiyan Demokrat Birlik Partisinden (CDU) ayrılan eski milletvekili Jürgen Todenhöfer iki tarafın da birbirine yaklaşması gerektiğini belirterek “Ancak güçlü olanın, ki Avrupa şu an güçlü pozisyonda, ilk adımı atması lazım. Ayrıca 40 yıl veya daha fazla AB’ye girmesi konusunda söz verdiğimiz Türkiye’yi sürekli beklettik, kandırdık. Bunların hepsi büyük bir rol oynuyor” diyerek AB’ye yönelik bir özeleştiri yaptı. Bu açıklamaların da Borrell’in sözlerini destekler nitelikte olması önem arz ediyor.
Yaptırım kararının görüşülmesinin Mart ayındaki zirveye ertelenmesi AB tarafının diyaloğa alan açma yaklaşımı olarak değerlendirilebilir. Arkasından Yüksek Temsilci düzeyinde gelen bu açıklamalar da Türkiye’nin öneminin farkına varılması çağrısı olarak nitelendirilebilir. AB liderleri bu özeleştirilere kulak tıkamaz ve Yüksek Temsilci’nin tavsiyelerini dikkate alırsa 2021’de Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesinden umutlu olunabilir. Aksi durumda, stratejik vizyonu ve çıkarları dikkate alındığında asıl kaybeden AB olacak.
Dr. Filiz Cicioğlu