Yazilar

<< Terug naar home | Hollanda'dan

Posted by Gazeteci
Jul 24, 2018

‘Hollanda, Türkiye’ye minnettar kalmalı’

Türkler ile Hollandalılar arasındaki fark çok mu? Hollanda, Türkiye’ye herşey için minnetar kalmalı mı? Neden kalmalı? Hollanda’daki Türkler, aralarında neden kavga ediyorlar?

Turk-Hollandalı gazeteci İlhan Karaçay, bu sorulara bizim medya kanalıyla yanıt verdi. Karaçay daha derinlere de daldı. Türkler, küfürlü sözler karşısında ne yapar? Hollandalılar, hakaretler karşısında nasıl davranır? Karaçay, Hollanda’daki birinci nesil Türkler arasındaki kavgalara da değindi. Tabii ki, medyadaki yalan haberlere de…

Hollanda’ya Türk işçi göçü, 1960’lı yılların başında başlamıştır. İki ülke arasındaki işçi sözleşmesi ise 1964 yılında imzalanmıştır. Yani tam 54 yıl önce. Türkler, Hollanda’daki zorlu yılları atlatıp, kendi sorunlarını halletmeye başlayıp  refaha kavuştuktan sonra siyasi ve dini bir kutuplaşma içine girdiler. 1980 darbesi öncesinde başlayan bu kutuplaşmalar günümüze kadar devam etti. Türkler arasındaki kutuplaşmaların ortadan kaldırılması için devletimiz tarafından hiçbir girişim olmadı. Bazı akil insanlarımızın kısıtlı gayretleri de sorunun çözümlenmesine yetmedi.

Hollanda Türk göçü tarihinde, adı en çok geçmiş ve geçecek olan ve adı Hollanda ile özdeşleşmiş olan gazeteci ilhan Karaçay da bu akil insanlardan biri. İlhan Karaçay gerek ilk dönemlerde ve gerekse şimdilerde, pek çok konuda başrol oynayan isimlerden biri. Bu nedenle, Gazeteci.nl Karaçay ile bir röportaj gerçekleştirdi.

– İlhan Bey, Hollanda’da yaşadığınız süre içinde pek çok olayı yaşayarak yazdınız ve görüntülediniz. Hollanda’daki Türkler arasında meydana gelen olaylar içinde kavgalar da var. Nedir bu kavgaların içyüzü?

– ”Hollanda’daki 50 yılı aşkın zaman biriminde, burada yaşayan Türk kökenliler arasında yaşanan, siyasi, dini ve  dünyevi anlaşmazlıklar çoğu zaman çok can sıkıcı olmuştur.
Yaratılmış olan biz insanlar, karekter ve huy olarak, tüm canlılardan daha farklıyızdır. Bizi yaratan, diğer canlılarla barışık bir yaşam sürmemizi istemiş olmasına rağmen biz insanlar, birbirimize şiddet uygulayarak üstünlük sağlamaya çalışmışızdır.

Vahşi doğayı bilmem ama, biz insanlar önce kendimiz ile, sonra da diğer insanlar ile barışık olmalıyız. Yaşadığımız gök kubbenin altında, kimsenin kimseden üstünlüğü olmamalıdır. Bunun aksi, bizi barışa değil, savaşa götürür. Anlaşamayan insanların, aralarındaki ihtiafı çözmek için saygın aracılara veya yargıçlara ihtiyaç vardır. Ama ne yazık ki, bazı insanları ne saygın arabulucular ve ne de yargıçlar barıştıramıyorlar.”

– Peki, ilk yıllarınızdan biraz söz eder misiniz?

-”1966 yılında 4 ay turist olarak kalıp Türkiye’ye geri döndüğüm ve sonradan 1967 yılının 10 kasımında yeniden geldiğim Hollanda’da, tam 51 yıldır yaşıyorum. Buraya gelir gelmez başladığım gazetecilik yaşamımda, ilişki içinde olduğum yurttaşlarım arasında, ne dini ve ne de siyasi bir farklılık gözetmeden iş yaptım. Yardımlarına koştuğum yurttaşlarımız arasında da ayrımcılık yapmadım. İlk yıllarda büyük zorluklar çeken yurttaşlarımıza, sadece yayın yoluyla değil, kişi ve mercilerle bizzat temas kurarak yardımcı olmaya çalışıyordum.

Gazetelere yazıyor ve televizyonlarda programlar yapıyordum. Epeyi de ünlenmiştim. Eee, insan halidir, kimi uzun burnumu, kimi saç özürlülüğümü öne sürerek beğenmemiş olacağı gibi, beni beğenen ve takdir edenler olmuştur.”

– Yurttaşlarımızın bir kısmı, Hollanda’daki sorunların hafiflemesinden sonra, buradaki sorunları bir kenara bırakıp, anavatandaki siyasi ve dini çekişmelere odaklanmışlardı. Sağcı ve solcu kavgası buralara da sıçramıştı.
Peki neydi bu sağcılık ve solculuk konusu?

– ” İsterseniz önce, bu sağ ve sol kavramının nereden kaynaklandığını anlatayım: Fransa’nın bilmem kaçıncı Kralı Louis’in , meclis kararlarını sürekli veto etmesini önlemek için özel bir oturum yapılıyor. Değişime açık olmayan muhafazakar kesimle, monarşiyi destekleyen, kralın veto hakkının olmasını isteyen ve genel anlamda toplumun kaymak tabakasında olan insanlar ‘s’ tarafa oturdular.O zamanki toplum düzeninin ilerici görüşlü burjuvazi temsilcileri, köylü hakkını ve ileriyi savunan, değişimi isteyen temsilciler de ‘sol‘ tarafa oturdular.

Anlayacağınız, o günden bu güne, ileriyi, değişimi, yeniliği, hak ve özgürlüğü, en önemlisi ise herkesin eşit olduğunu savunan insanlara ‘solcu’, muhafazakar olan, değişime, yeniliğe, hak ve özgürlüklere ve eşitliğe yakın olmayan insanlar da ‘sağcı’ olarak nitelenmeye başlandı. Tabii ki bu anlatım, Amerika’da başka, Asya’da başka ve Avrupa’da başka türlü de yorumlanıyor.”

– Bu bilgi için teşekkür ederim. Şimdi gelelim Hollanda’daki Türkler’in durumuna.

– ”O zamanlar, işte böyle sağcı ve solcu diye nitelenenler arasında kıyasıya bir çekişme başlamıştı. Türkiye’deki anarşik cinayetler korkusu, Utrecht’te bir futbol maçı sonrasında yaşanan cinayet ile Hollanda’ya da taşınmıştı. Zira o zaman, siyaseti futbola karıştırmak istemeyen Muzaffer Çavuşoğlu adlı bir gencimiz, bir siyasi grubun gadrine uğramış ve futbol sahasında öldürülmüştü.”

-Peki o zaman sizin tutumunuz neydi?

– ”O zamanki siyasi çekişmeler cereyan ederken, ben bu çekişmelerde ne sağcılardan yana oldum ne de solculardan yana. Böyle olunca da, beni kendilerinden olmadığım için, iki grup da düşman belledi. Özellikle ‘Düşman’ diye yazdım. Zira Hollanda polisi, beni önce sağcıların, bir yıl sonra da solcuların öldüreceği ihbarları ile iki defa korumaya almak istemişti. Ben her iki koruma isteğini ret etmiştim. ‘Benim yurttaşlarım bana kızarlar ama, beni öldürecek derecede düşmanlık yapmadığım için bunu yapmazlar’ dedim. Buna rağmen polis beni, kurşun geçirmez çelik yelek giymem için zorladı. Aylarca kilolarca ağılıktaki çelik yelek ile dolaştım. Ne mutlu ki bana hiçbir saldırı olmadı ve o yıllar mazide kaldı.

– Yanlış istifhamları ortadan kaldırmak için soruyorum. O zaman İslam’a bakışınız nasıldı?

– ”Hollanda’da, İslam inancında olan Müslümanlar, namaz kılmak için önce mescit yerleri, sonra da cami isteğinde bulundular. Müslümanlar dernekleşmeye başladılar. Dernekler kuruldu. Daha sonra dernekleri bir çatı altında toplayan Federasyon kuruldu. Daha sonra  da Federasyonlar’ın birleştiği Konfederasyon kuruldu.  İbrahim Görmez, hem federasyonda ve hem de konfederasyonda başkanlık yapmıştı. Ben o zamanlar  gerek televizyondaki yayınlarımda ve gerekse Hürriyet’teki yayınlarımda hep yurttaşlarımızdan yana oldum ve destekledim.

Ülkede, Katolikler, Protestanlar, Evangelistler ve Yahudiler için TV ve Radyo yayınları vardı ama Müslümanlar için yoktu. Bunun mücadelesi başladı. Ben yukarıdaki tüm faaliyetlerde gerek gazetemde ve gerekse TV programlarımda hep destekçi oldum. Ama ne yazık ki, o zamanlar Hürriyet gazetesini düşman, Tercüman gazetesini dost bilen bazı kişiler, bana çok uzak durdukları için beni anlayamadılar.”

– Sizin NOS’ta Pasaport programını yaptığınız dönemde, Hollanda televizyon kuruluşu EO’da  YONEKO adlı bir film yayınlanmıştı. O filme Türkler çok kızmıştı ve kızgınlık size de yansımıştı. O konuyu burada açıklar mısınız?

– ”1978 yılının mayıs ayında, EO adlı Evangelist TV İstasyonunun, sırf Hıristiyan propagandası yapılan YONEKO adlı İngilizce bir filmin, özellikle Türkçe alt yazılı yayınlayacağını öğrendiğim zaman, gerek kendi TV yayınımda ve gerekse Hürriyet’te ‘Neden ille de Türkçe’  diye protesto etmiştim. Ama ne yazık ki sırf Tercüman okuyan ve benim yayınlarımdan habersiz olanlar, NOS Televizyonunda çalıştığım için, o yayını da benim yaptığımı sanarak bana çok ağır ve çirkin iki mektup göndermişlerdi. Zira, Türkiye’de o zaman TRT ne ise, burada da NOS televizyonunun konumunu aynı zannedenler, diğer yayın kurumlarının kendi ideoloji ve inançları doğrultusunda yayın yaptıklarını bilmiyorlardı. Her televizyon kanalında yayınlanan programda benim parmağım olduğunu sanıyorlardı.”

– Peki bu konuda hakkınızdaki fikirler değişti mi?

– ”Tabii ki. Gün geldi, yukarıda anlattığım bilinmeyenler, bilinir hale geldi. Ne mutlu ki, o zamanlar Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanlığı ve İslam Yayın Kurumu Başkanlığı yapmış olan İbrahim Görmez, ‘Senin değerini o zaman bilemedik. Nifakçılar seni hedef almışlardı. Şimdi senin İslam’a ve devletimize ne kadar yararlı olduğunu daha iyi anladık.’ deme medeniyetini gösterdi. Sağolsun İbrahim Görmez…”

-Hollanda’da, geçmişte yapmış olduğunuz toplumsal ve bireysel yardım faaliyetlerinize biraz sonra gireceğim. Şu anda yaşananlar çok önemli.
Nedir şimdi yaşananlar ve nedir bu kavgalarda sizin yeriniz?

– ”O zamanki kavgalarda, yerimin ne olduğu anlaşılmıştır sanırım. ‘Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu’ yakıştırmasına uygun bir yerdeydim. Bazıları buna ‘renksizlik’ diyordu ama, benim ne kadar renkli olduğumu bilenler de vardı.

İçinde bulunduğumuz kavgalara ve bu kavgalarda benim yerimin ne olduğuna gelince: Refah düzeyi artan yurttaşlarımız, buradaki sorunlarından bir nebze kurtulduktan sonra, particiliği, inanç ayrıcalığını ve hatta Türkiye’deki futbol takımı sevdasını abartılı bir hale getirdiler. Daha önce bu konularda arada bir tartışanlar, sosyal medyanın yaygınlaşmasından sonra, birbirlerine hakaret etmeye başladılar. Eski dostlar düşman olmaya başladı. Bırakın siyasi ve dini düşünceyi, Fenerbahçeli ile Galatasaraylı bile birbirlerine düşman oldular. Ben Beşiktaşlı olduğum halde, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği’ne üye bile olmadım. Çünkü ben işimde tarafsızlığımı inandırıcı bir şekilde ortaya koymalıydım.”

-Son günlerdeki kargaşa hakkında neler diyeceksiniz?

– ”15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise, bir Erdoğancı-Fetöcü kavgası patlak verdi. Gruplar arasında çekişmeler ve hatta ufak tefek atışmalar meydana geldi. Hollanda’yı yönetenler bu durumdan rahatsız oldu. Araştırmalar yapıldı. Türk kuruluşlarından beşi, Başbakan yardımcısı Ascher’in emriyle araştırıldı. Pek çok konuda polis devreye girdi. Bakanlık ve istihbarat elemanları Türkler arasında mekik dokumaya başladı.

Sonra şikayetler, dedikodular ve iftiralar baş gösterdi. Türkler, sosyal medyada birbirleri ile kabaca tartışmaya başladılar. Herkes birbirini suçluyor ve bir paye yakıştırıyordu. Tam anlamıyla, çok rahatsız edici bir durum söz konusuydu.
Eskiden komuşularıyla muhabbet içinde yaşayan insanlarımız, şimdi o komuşularının yarısını kaybetmiş durumda. İnsanlar birbirlerine düşman gibi bakıyorlar.”

– Sosyal medyada da bir kavga sürüp gidiyor. Nedir buradaki sorun?

– ”Yukarıdaki olumsuzluklar yetmezmiş gibi, eline kalem alan (Daha doğrusu bilgisayar veya akıllı telefon kullanan) bir yığın insan yorumlar yazmaya başladılar. Kimi Facebook’ta, kimi Instagram’da, kimi WhatsAap’ta, kimi Twitter’de ve Messenger’de yazıp yazıp gönderiyordu. Tabii ki bu ara kendi web sitelerini yayına sokmuş olanlar da vardı. Elindeki kara kalemi istediklerininin üzerine çalıyorlardı. Naçizane şahsım için bile bazen olumsuz satırlar yazılıyordu.
Ben bunları hiç sorun yapmıyordum. Benim için olumsuz yazanlar ile temasa geçiyor, biraraya geliyor ve olumsuzlukları düzeltme yoluna gitmeyi tercih ediyordum. Zira ben, eskiden olduğu gibi, şimdi de hiçbir yurttaşım ile kavgalı olmayı ve kavgalı kalmayı tercih etmiyorum. Kendi meselelerimi, kendime özgü tavır ve hareketlerimle halletmeye çalışıyorum.”

– Siz bu konularda akıllı davranıyorsunuz. Peki diğerleri ne yapıyorlar?

– ”Ne var ki, aynı yayınlardan rahatsız olan bazı dostlar, web sitelerinde kendilerini yeren kişilere karşı harekete geçtiler. ‘Kamuoyuna’ diye bildiriler yayınladılar ve kendileri için kötü yazanlara karşı sert yanıt verdiler.
İşte o saatten sonra olanlar oldu. Bu kez web sitesi yazarları karşı hücuma geçti. Ama yazılanlar arasındaki kelimeler yenilir içilir cinsten değildi. Ağır hakaretler ve kişisel ailevi suçlamalar çok can sıktı. ‘Kamuoyuna’ duyurusunu yazanlar, daha sonra bunu bir imza kampanyasına dönüştürdü. Site yazarları bu kez imza atanlara FETÖCÜ-PKK’lı dedi. Tabii ki tüm bu olanlar, Hollanda’yı yönetenlerin gözünden kaçmadı. İstihbaratçılar, patronlarına bilgi vermek için bu konuyu da araştırmaya başladılar bile.”

– Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

– ”Yalan söylemeyeyim. ‘Kamuoyuna‘ diye başlayan bildiriye neden imza atmadığımı soranlar olduğu gibi, ‘imza atma’ diyenler de oldu. Ben her iki tarafa da, kimsenin etkisi altında kalmayacağımı, her hareketimi kendi sağduyumla yapacağımı ve bu gidişatın hiç hoş olmadığını ve hatta çok kötü olduğunu belirttim. Bu sorunun küfürleşme ve yargıyla çözümleneceğine inanmıyorum. Benim aleyhime de yazılanlar olduğu halde, bu sorunun diyalog ile çözüleceğine inanıyorum.”

-Peki, siz bu konuda nerede duruyorsunuz?

– ”Akil bir dost bana şu tavsiyede bulundu:  ‘Bak İlhan, sen her zaman olduğu gibi bu kavganın dışındasın ve hatta üstündesin. Yoluna böyle devam et.’.
Ben de tıpkı 51 yıldır yaptığım gibi, yurttaşlarımız arasında gelişmekte olan bu kavgaların dışında kalıyorum. Bana, eskiden olduğu gibi ‘Renksiz ve korkak’ diyenler çıkacaktır. Ama beni yakından tanıyanlar ne kadar renkli ve ne kadar da cesur olduğumu ifade edeceklerdir. Zira ben, Hollanda’daki Türkler’in tarihi yazıldığı zaman, İlhan Karaçay adının tertemiz yazılması dilemekteyim”

Medya kontrol edilecek

-Hollanda ve Avrupa’daki ana akım medya ve sosyal medya konusundaki  son durum nedir, önlemler alınıyor mu?

– ”Sosyal medyada hakaret ve iftira içeren yayınların ortadan kaldırılması için Avrupa Birliği ülkeleri ortak bir çalışma içine girdiler. Facebook, Twitter, Instagram, WhatsAap ve Messenger aracılığı ile yapılan hakaretlerin, bir hafta içinde kaldırılmaması halinde büyük cezalar konulacak.

Ayrıca, Hollanda’nın üçüncü büyük gazetesi De Volkskrant, I&O Araştırma şirketine ,‘Yalan haberlerin toplumsal tartışmalara etkisi’ konulu bir araştırma yaptırdı. Annieke Kranenberg tarafından kaleme alınan araştırma sonuçlarına göre, her üç Hollandalı’dan birisi, yalan haberle doğru haber arasındaki farkı ayıramıyor. Araştırmaya katılanlardan sadece yüzde 29’u, yalan haber ile doğru haberin farkına varabiliyor. Hollandalılar’ın yüzde 82 gibi ezici bir çoğunluğunun yalan haberlerden rahatsız oldukları, yalan haberlerin, demokrasi ve hukuk devletinin işleyişini tehdit ettiğini söylüyorlar. Okuyucunun genelde şuurlu olduğu, her habere hemen inanmayacağının altı çiziliyor. Örneğin, okuyucunun kendi ifadesine göre, Facebook’da yayınlanan haberlerin yüzde 71’i yanlış olabilir.

-Peki, diğer Avrupa ülkeleri ne yapıyorlar bu konuda?

– ”Yalan haberler, diğer Avrupa ülkelerinde de buradan farklı değil elbette. Yalan haberler ile mücadelede Hollanda ağır davranırken, Fransa ve Almanya sert önlemler alıyorlar. Geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yalan haberlerle ilgili yeni bir yasanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Macron’un seçimler sürecinde yalan haberlerden canı yanmıştı tabiiki.

Almanya da geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili bir yasa sundu. Sosyal medyada nefret içeren haberleri yayından kaldırmayanlara ağır para cezası verilecek ve hesapları kapatılacak. Sahte ve yalan haberler için, Avrupa Komisyonu bu yıl bir dizi yaptırımlar getirecek. Komisyon, alanında uzman olan 39 kişi tesbit ederek çalışmalarına başladı. Brüksel’in vereceği karar, Avrupa ülkelerini harekete geçirecektir.Kişilerin yalan haberler karşısında zarar görmemesi, toplumsal düzeni zedelememesi, hukuken keskin önlemler alınması, hiç kimsenin yalan haberlerle başkalarının yaşam hakkını engellememesi için önlemler alınıyor.”

-Sosyal medyada en çok rahatsızlık veren konu nedir?

– ”Bazı haber portallarını yönetenler, birisi hakkında kötü düşünülmesi  için, kendi görüşlerinde ziyade, tribünlerde oturan hayalı insanları konuşturarak haber yapıyorlar. Ama  artık bu taktiğe kimse inanmamaktadır.
Bu konuya dikkat edilmesini ve insanları sırf intikam almak için karalama kampanyası yapılmamasını diliyorum.”

Geçmişte yaşananlar

Şimdi biraz da geçmişteki toplumsal hizmetlerinizden söz edelim. Hoofddorp’ta Türkler’in bir fabrikada boykot eylemi yaşanmıştı. O sorunu siz çözmüştünüz. Anlatır mısınız?

– ”1975 yılında, Hoofddorp’taki Dam Chips adlı fabrikada 160 Türk işçisi işgal eylemi başlatmıştı. İsveren Türkler’in işine derhal son vermişti ama Türkler fabrikayı terk etmiyorlardı. Olay Hollanda parlamentosunda konu olmuştu. Medya sırf bu konuyla meşguldu. Sendikaların girişimleri fayda etmiyordu. Türkler’in ikamet ettikleri Haarlem kentine gittim. Türkler ile uzun uzun konuştum. Daha sonra fabrikanın patronunu aradım ve olayı her iki tarafı mutlu edecek bir şekilde sonlandıracağımı bildirdim. Patron önce görüşmeyi kabul etmedi. Birkaç kez daha aradım. Sonunda kabul etti. Türkler ile fabrikada toplandık. Sonuçta barışı sağladık. Ertesi gün Hollanda medyası, ‘Hiç kimsenin yapamadığını, Türkler’in ombudsmanı gazeteci İlhan Karaçay yaptı ve barış sağlandı’ haberini yayınladılar.

-Hollanda Kraliçesi Juliana’ya yazdığınız bir mektup hafızlardan silinmedi. Neydi o konu?

– ”1975 yılının mart ayında, Helmond kentindeki bir okulda Türk öğrencilere büyük bir haksızlık yapılmıştı. O zamanlar her cumartesi günü Türk çocuklarına Türkçe ders ve İslam dini öğretiliyordu. Okul yönetimi bu durumu yasaklamıştı. Hollanda yine ayağa kalkmıştı. İşte o zaman ben Kraliçe Juliana’ya bir mektup yazmıştım. O mektup da Hollanda medyasında geniş yer buldu ve sonra da dersler yeniden başladı.

-Sizin kaçak işçilere af konusunda da çalışmalarınız oldu. Anlatır mısınız?

– ”1973 yılında, Hollanda’da ikamet ve çalışma izni olmayan ve ‘Kaçak işçi’ olarak adlandırılan insanlar için genel bir af verilmesi için bir komisyon oluşturmuştuk
Ben o zaman bu af için ‘Generaal pardon’ sözcüğünü seçmiştim. Bu sözcük Hollandalılar’ın diline pelesenk olmuştu. O zaman Hollanda’da çok ünlü bir İspanyol asıllı sendikacı vardı. Daha sonra ülkesine dönen ve orada Bakan olan bu ünlü sendikacı da bana ‘Bay General Pardon’ adını yakıştırmıştı. O çalışmalar semersini vermiş ve daha sonra kaçak işçiler için af çıkmıştı.

– Hollanda hükümeti, Türkiye’de yaşayan Türk çocukları için daha az çocuk ödeneği verilmesini istenmişti. Bu konuyu da anlatır mısınız?

– ”1976 yılında, Hollanda Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda bir komisyonda yer almıştım. O zamanki hükümet, Türkler’in Türkiye’de yaşayan çocukları için, normalden daha düşük çocuk parası ödeneği verilmesi için bir çalışma yapıyordu. Gerekçe: Türkiye’de süt, sebze ve meyve daha ucuzdu. Ben ise o komisyonda, Türk çocuklarının Türkiye’de daha ucuz yaşamadıklarını, aksine, ebeveynler Avrupa’da olduğu için, Türkiye’de bıraktıkları çocuklar için daha fazla para harcadıklarını anlatmıştım. Benim anlatımım, hükümetin bu plandan vaz geçmesi için yeterli olmuştu.”

– Bir de Zwarte Markt (Kara Pazar) konusu var. Neydi o konu?

– ”1983 yılında, Beverwijk’te kurulan dünyanın en büyük pazar yerinin kuruluş çalışmalarında ben de yer almıştım. Hollandalı girişimci Bart van Kampen pazarcılık yapıyordu. Zaandam kentindeki Bruynzeel fabrikasının avlusunda pazarcılık yapan Türkler’e yasak gelince, Bart van Kampen bana gelmiş ve Beverwijk kasabasındaki pazar yerinde Türkler’e yer vermek istediğini belirtmişti. Ben o zaman tanıdığım pazarcı Türkler’e ulaştığım gibi, Hürriyet ve Tercüman gazetelerine verdiğim ilanlar ve her tarafa astırdığım afişler ile büyük bir reklam kampanyası başlatmıştım. Daha sonra da Türkiye’den getirdiğimiz sanatçılarla bedava konserler ile binlerce Türk’ü pazar yerine çekmeye başladık. Dünyanın en büyük pazar yeri diyebileceğimiz bu yer, her hafta polis baskınıyla kapatılıyordu. O zaman pazar yerinde 100’ü aşkın Türk standı vardı.

Polis baskınlarından kurtulabilmek için bir komisyon oluşturduk ve zamanın İçişleri Bakanı’a gittik. Bakan, ‘Nuh’ diyor ama ‘Peygamber’ demiyordu. Pazar gününün insanlar için istirahat günü olduğunda israr ediyordu.
O sırada ben söz aldım: ‘Sayın Bakan, Scheveningen, Noordwijk ve Katwijk gibi yerlerde pazar günü dükkanlar neden açık’ diye sordum. Bakan tam istediğim yantı verdi: ”Oradaki dükkanlar yabancılar için açık.”
Ben de cevabı hemen yapıştırdım: ‘İyi ama sayın Bakan, Kara Pazar denen yere hep yabancılar geliyor. Yabancıların Hollanda’da yararlanabilecekleri rekreasyon yerleri çok kısıtlı. Pazar yerine gelen yabancılar çocukları ile birlikte eğlenebiliyorlar. Ayrıca, yüzden fazla Türk işyeri açmış ve yüzlercesine de iş imkanı sağlamış durumda.’

Beni dikkatle dinleyen Bakan, elini masaya vurarak ani ve kesin kararını verdi ve  ‘O zaman sadece Türk pazarı açık kalabilir.’ dedi. Komisyondaki Hollandalılar itiraz edecek oldular ama, araya girerek, ‘Durun itiraz etmeyin. Bugün Türk pazarına izin verildi, yarın da Hollanda pazarına izin çıkar’ dedim. Daha sonraki aylarda gerek belediye ile ve gerekse Bakanlık mensuplarıyla yapılan görüşmelerden sonra Hollanda pazarı da açık kaldı.
…Ve o günden sonra Türk pazarı cumartesi ve pazar günleri hala faaliyet gösteriyor.’

– Bir de pazar yerindeki Türkler’in boykot eylemi vardı?

– ”Türk pazarcılar, pazar yeri sahibi Van kampen’in kira sözleşmelerinden hoşnut değildiler. Başı çeken bir Türk pazarcı, Türkler’e  ‘Boykot’ kararı aldırdı. Ertesi gün pazar yerine gelenler pazara giremediler. Uzaklardan pazar yerine gelenler boşuna gelmiş oldular. Kaldı ki, pazarın tanıtımı için büyük emek ve masraf sarfedilmişti. Pazar yeri sahibi Bart van Kampen.ikinci hafta da boykotu sürdürmesi beklenen Türkler’i bu fikirden va geçirmek için beni aradı. Cumayı cumartesiye bağlayan gece pazar yerine gittim. Türk esnafı bir araya getirdim ve pazar yerine gelen binlerce kişinin bu hafta da geri dönmesi halinde, pazara bundan sonra hiç kimsenin gelmeyeceğini ve sonunda herkesin kaybedeceğini belirttim. Başı çeken Türk itiraz eder gibi oldu ama, esnafın büyük çoğunluğu bana inandı ve boykot sona erdi. Ertesi sabah beni arayan Van Kampen banka hesabımı istedi. Bana gece çalışması için bir honorerya gönderecekti. Kendisine teşekkür ettim ve havale edeceği parayı ret ettim.”

İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı.

Türkler ile Hollandalılar arasındaki kültür, gelenek, din ve öfke farkı nedir İlhan bey?

50 Yıldır Hollanda’da yaşayan çifte tabiyetli bir Türk-Hollandalı olarak, iki ülke insanları arasındaki kültür, gelenek, din ve öfke farkını anlatmak çok zor olduğu gibi, rizikolu da… İnsanların tamamını aynı kefeye koymak da doğru olmayacak. Bu nedenle ben, vereceğim örnekleri  genellemeyip, yüzde 51’e maletmek istiyorum.’

– Vereceğiniz cevaplar tabii ki objektif olacak. Nedir sizi korkutan?

– ‘Benzetmeleri yaparken, ünlü düşünür ve yazar Aziz Nesin’in yaptığı hatayı yapmamaya çalışacağım. Zira rahmetli Aziz nesin, ‘Türkler’in yüzde altmışı salaktır’ dediği zaman topa tutulmuştu. Gelen çok sert tepkiler üzerine Aziz Nesin, ‘Yanlış söylemişim, Türkler’in yüzde 80’ni salak’ diye misilleme yapmıştı. Aziz Nesin akıllı olsaydı, o söylem yerine, ‘Türkler’in yüzde 40’ı akıllı’ demeliydi. Böylece diğer yüzde altmışa ‘salak’ demiş olduğu anlaşılacaktı ve o kadar fazla tepki görmeyecekti.

Şimdi ben, Aziz nesin’in yaptığı hataya düşmeyeceğim ve  Türkler ile Hollandalılar arasındaki farklılıkları belirtirken dikkat edeceğim ve bardağın boş tarafına değil, dolu tarafına bakmaya çalışacağım.’

– Şimdi gelelim Türkler ile Hollandalılar arasındaki farka. Vefa borcu konusundaki fark nedir sizce?

– ‘Hollandalılar bu konuda çok soğukkanlıdır. Kendilerine yapılmış bir yardım için müteşekkir olur ama, bu meteşekkiriyeti ömür boyu sürdürmeyi unutabilir. Örneğin: Hollanda, İspanyollarla yaptığı 80 yıllık savaşı, Osmanlı Devleti’nin etkisi ile kazanmıştı. O zamanın Prensi Maurits, savaşın en şiddetli yerlerinden birine ‘Türkiye’ adını vererek müteşekkirliğini ortaya koymuştu. Belçika’ya çok yakın olan Türkiye Köyü’nde şimdi  Monique Strum adlı fahri bir Büyükelçimiz bile var.

Hollanda, devlet oluşunu ilan ettiği zaman, hiçbir ülke bu devleti tanımaya yanaşmamıştı. Hollandalılar İstanbul’a Haga adında bir büyükelçi göndermişti.
Uzun bir bekleyişten sonra Haga’yı kabul eden Sultan Ahmet, Venedikliler’in, Almanlar’ın ve Fransızlar’ın şiddetle karşı çıkmasına rağmen Hollanda Devleti’ni tanımış ve Akdeniz’de ticaret izni de vermişti. Böylece Hollanda’yı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştu. Hem de dünyanın en güçlü bir ülkesi olarak. Hollanda, Türkiye’den getirilen lale soğanı ve diğer 80 çeşit çiçekler sayesinde çok para kazanmış ve hala da kazanmaktadır. Bunun için festivaller düzenlenmektedir.

Seramik, tütün, çay, kahve, müzik enstrümanları gibi konularda da Türkiye’den yararlanmış olan Hollanda’nın, Türkiye’ye müteşekkiriyeti devam etmeliydi. Ne var ki, şimdiki Hollanda Başbakanı Rutte, bu müteşekkiriyeti bir kenazara itmiş ve Türkiye karşıtı söylemleri ve eylemleri ile sadakattan uzaklaşmıştır. Yukarıda anlattıklarımı Hollandalılar’ın pek azı biliyor. Sadece ben, yayınladığım bir kitapta bu konulara açıklık getirmiştim. Ancak kitabımı okuyanlar veya tarihi irdeleyenler bu gerçeği öğrenebilmişlerdir. Öğrenen Hollandalılar da Türkiye’ye karşı vefa borcu duyacaklardır elbette’.

– Öfke farkı nedir?

-‘Hollandalı hemen öfkelenmediği gibi, çok da öfkelenmez. Örneğin, kendisine, ‘Bacını s……m’ diye küfreden bir Türk’e tuhaf tuhaf bakar ve ‘Bacım evde git bakalım seni beğenecek mi’ diye çok soğukkanlı bir cevap verir. Böyle bir küfürün Türk’e yapılması halinde karşılığı kavga, yaralama ve hatta öldürmedir.

Bir başka örnek: Bir Türk Hollandalı eşi ile kaynanasının evindedir. Bir ara Türk eşine kızar ve kimsenin duymayacağı bir şekilde, ‘ Senin ananı s……m ha’ der. Bunun üzerine Hollandalı eş annesine döner ve ‘Anne bak seni s…….cekmiş’ der. Kayınana bunun üzerine, ‘Aaaah ben bu iş için çok yaşlıyım’ cevabı ile yetinir. Kaldı ki bu hakaret bir Türk kaynanasına yapılmış olsaydı, bunun karşılığı en azından kafaya papuç yemekti.’

-Bir de siyasi örnek verebilir misiniz?

-‘ Hollanda’ya kızan bir Türk siyasetçi, ‘Eeeey Hollanda !’ diye başlar ve ‘Sen Nazi soyundansın, sen faşistsin, sen sömürgecisin’ diye devam eder. Buna karşın Hollandalı siyasetçi daha serinkanlıdır ve ne kişisel ne de toplumsal bir hakarete gerek duymaz.’

-Nezaket konusunda neler dersiniz?

-‘Hollandalılar genede çok naziktir. Hemfikir olmadığı biri ile tartışırken, sadece konunun içeriği hakkında fikir söyler. Ama Türk, içerikten sapar ve kişisel eleştiriye geçer. Örneğin, bir Türk siyasetçi, siyasi rakibine eleştiri yaparken, ana konunun dışına çıkar ve ‘Sen 5 koyunu bile güdemezsin’ der ve olayı kişiselleştirir. Türkiye’de, seçimler öncesindeki, ‘Eeeey Kemal efendi’, ‘Eeeeey Muharrem efendi’ ve ‘Buyur Recep bey’ gibi bağrışmalardan bıkmış usanmıştık. Ne mutlu ki şimdilerde biraz sakinleşen ortam nedeniyle biz de sakinleştik.’

– Misafirseverlik konusunda neler dersiniz?

-‘Türkler’in çok misafirperver olduğunu söylemeyen bir ülke mensubu yoktur. Marmaris’te, gece yarısı otellerine gitmekte olan biri Türk diğeri Hollandalı olan bir çift, kestirme yoldan gitmek için evlerden birinin bahçesinden geçmek ister.

Gece saat 23.00 sularıdır. Bahçede ev sahiplerinin sofra başında olduğunu gören çift korkar ve ‘İyi geceler’ diyerek kurtulmaya çalışır. Korkan çift, ‘ Ooooo, iyi akşamlar, buyurun buyurun’ sözlerini duyunca şaşırır. Israr üzerine sofraya oturan çift, bu misafirseverlik karşısında çok şaşırır.

Herhangi bir Türk, Hollandalı komşusunu pek çok kez yemeğe davet etmiştir veya pişirdiği yemekten komşusuna da tatırmıştır. Ama böyle bir şeyi bir Hollandalıdan beklemek doğru olmaz. Zira Hollandalı’nın cevabı hazırdır: ‘Bizim geleneğimizde böyle bir şey yok.’

-Adabımuaşeret konusuda fark nedir?:

-‘Bu konuyu iki ülke halkı arasında kıyaslamaya kalkıştığımız zaman, Türkler’in bu kurala biraz daha çok özen gösterdiğini görürüz. Elit kesimlerde bu durum değişebilir ama, halk içindeki davranışlara baktığımız zaman bu kanıya varırız.

Örneğin ben, evime gelecek olan misafiri, üzerimde ceketim, ayağımda ayakkabım ile kapıda karşılarım ve yer gösteririm. Bu evde de, ofiste de aynen yapılır. Ama, yine de ‘Bazı Hollandalılar’ diyeceğim, bu titizliği göstermez. Türkler’de bir büyük geldiği zaman, küçük ayağa kalkar ve yer gösterir.

Şahit olduğum bir olayı anlatayım: Bir akraba evinde doğum günü kutlanmaktadır. Evde çok kalabalık bir grup vardır. Evin küçük delikanlısı bir koltukta otururken, misafir olarak gelen yaşlı Türk dayı ayaktadır. Bir ara küçük delikanlı koltuğundan ayrılır. Yaşlı dayı koltuğa oturur. Evin küçük delikanlısının tepkisi çok acayiptir: ‘Ooo, benim yerime oturmuşsun.’ der.
Bunu duyan Türk dayı deliye döner ama, birşey söylemeden oturmaya devam eder. Küçük delikanlı dediğim en az 20 yaşındadır ve adabımuaşeret’ten nasibini almamıştır.’

-Dini anlayış arasındaki fark ve davranış nasıldır?

-‘Hollandalılar genellikle Hıristiyandır, Türkler ise Müslüman. Türk kadere, yani alın yazısına inanır, Hollandalı inanmaz. Tartışma çıktığı zaman Hollandalı sorar: ”Şimdi, Allah herşeyi anlımıza mı yazıyor? Peki Allah bir insanın anlına, ‘Sen 3 yaşında bir çocuğa tecazüz deceksin ve sonra da öldüreceksin’ diye yazar mı? Veya 3 yaşındaki çucuğun anlına böyle bir şey yazar mı?”  Buna verilecek cevap bulmak zordur tabii. Türk ecele inanır ve Allah’ın ölüm tarihini belirlediğini söyler. Hollandalı ise, ‘O zaman Allah İskandinavya’dakileri neden 90 yıl yaşatıyor da, geri kalmış ülkelerdekiler 30-50 yaş arasında öldürüyor?’ diye soruyor. Buna da verilecek cevap zor gibi.

-Sevgi konusunda ne diyeceksiniz?

-‘Sevginin anavatanı yoktur. Her insan bir başka sever. Ama, benim de algıladığıma göre, Doğulu ölümüne sever. Bu konuda Hollandalı-Türk ayrımı yapmak istemiyorum. Doğulu ve Batılı kıyaslaması yapmak daha doğru olur.
Batılı, her konuda olduğu gibi, sevgide de soğukkanlılığını yitirmez. Sever ama, ölümüne kadar değil. Doğulu ise inanılmaz bir aşkla sever.

Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay,  yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.

Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.

 

Gazeteci.nl

Jul 24, 2018
blog comments powered by Disqus
Loading posts...